“HAYIR” dan ÖTEYE BAKMA ZAMANI – Tarihten Örnekler

Son günlerde bu “EVET” yada “HAYIR” oyununa kendimizi öyle kaptırdık ki sonucu düşünemez bir durumdayız. Böyle bir süreçte çok düşünme, fikir üretme, tarih ile günümüzü analiz etme zorunluğumuz var. İçinde bulunduğumuz süreci, bireylerin ruh halini, acılarını, beklentilerini, hayallerini, korkularını anlamak için insanüstü bir çabaya girmek, söyleyeceğimiz cümleleri buna göre kurmak durumundayız. Ülkemiz bildiğimiz ülke değil artık. Her şeyin birbirine karıştığı, yolsuzluğun, hırsızlığın, kindarlığın alıp başını gittiği, insanların sabaha çıkıp çıkmayacakları dahi belli olmayan günler yaşanıyor.

İnsanların beklentisi ve tepkisi anlaşılabilir ancak toplumu temsil eden muhalif partilerin, örgütlerin geldiği durumu anlamak asla mümkün değil. Sanki “EVET” sonucu çıkarsa ülke eski güzel günlere dönecek gibi bir yanılma içerisindeler. Sonuç ne çıkarsa çıksın bu devlet bildiğini yapmaya devam edecektir. Referandumun “Hayır” çoğunluğu ile sonuçlanması hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Tutuklamalar, gözaltılar, sokak baskıları, ötekileştirmeler daha da artarak sürecektir.

Devleti yönetenler, Dersim’in, Ortaca’nın, Sivas’ın, Maraş’ın, Çorum’un, 1993 Sivas yangınının, Gaziosmanpaşa katliamının katilleri şu an iktidarda. Suruç, Şırnak, Sur gibi 22 yerleşim alanında yapılan toplu katliamları ve yıkımları yakın tarihimiz de yaşadık. Türkiye’de son bir buçuk yılda 460 insanımız katliamlarda can verirken, 2 binden fazla ülke insanımız yaralandı, 2 bin 600 insan da yandaş işverenlerin ilkel çalışma koşullarındaki iş kazalarında yaşamını yitirdi. On binlerce insanın Termik Santrali dumanı zehriyle kanserden öldüğü görülmeli, duyulmalı, anlaşılmalı. Tüm bu ölümlerin bir tek nedeni var; Acımasız, ilkel bir Uluslararası sermeye karı, geleceği düşünmeyen talan politikası ve bu talana karşı çıkacak olanların susturulmasını hedefleyen yasalarla önlem almak.

Olayın bir de ideolojik boyutu var:

14 senedir ülkeyi yöneten iktidar, Cumhuriyet rejiminden hep şikayet etti. İslami bir devlet kurma gibi hedefleri var ve bu hedefe varmak için her yolu kendilerine mubah görüyorlar.

Yargı organları mahkemeler iktidarın bürosu, yargıçlar emir ile iş gören memurlar durumunda,

İnsanların iş bulması biat etmeye bağlı. Ya AKP’ye üye olan yada AKP’li sözü geçen birisini referans gösteren işsize iş veriliyor. İş bulabilenler birer parti üyesi gibi AKP’lilerin her isteğini yerine getirmek zorunda kalıyor.

Güvenlik ise tümüyle iktidarın milisleri haline getirilmiş durumda muhalefete karşı acımasız güç kullanmaktan çekinmiyor. Bu gün (10.02.2017) Ankara’da OHAL ile işten el çektirilen Akademisyenlere saldırmaları, Milletvekillerini tartaklamaları en son kanıtlardan sadece birisi.

İnsanları yıldırmak, susturmak için sahte muhbirler türetiyorlar sanal medyada. Herhangi bir muhalif önce twitter, facebook sayfalarından ihbar ediliyor, bu ihbarı havuz medyası haber yapıyor ardından gözaltılar, tutuklamalar gerçekleşiyor. Parti üyeleri hızla silahlandırılıyor.

İktidar, muhalif olduğunu düşündüğü 6986 akademisyen ile 33 bin öğretmeni işten attı. 162 gazeteciyi tutukladı, 3 bin gazeteciyi işsiz bıraktı.

Muhalif televizyon kanallarının hepsini, hiçbir mahkeme kararı olmadan kapattı. Diğer yandan IŞID gibi İslami örgütler İstanbul’un göbeğinde toplantılar yapıyor, okullar açıyor. DAEŞ terör örgütü ile savaşıyoruz diyenler IŞID’ı “öfkeli çocuklar” diyerek kolluyorlar. Tüm bu gelişmelere bakarak referandum sonrası yaşanacakların hangi boyutlara yükseleceğini şimdiden kestirmek için kahin olmaya gerek yok.

O halde yapılacak olan referandum da “Hayır” demek yetmeyecek; HAYIR’dan ötesini düşünmek gibi bir sürece girmiş durumdayız. Yapılacak olan referandumda iktidarın söyleyeceği inanılır hiçbir argüment yok. Daha çok muhalifleri birbirine düşürecek bilinçaltı söylemlere sarılacaklar, yalan, iftira söylemleri üzerinden muhalifleri terörist olarak suçlayarak insanları aldatmayı hedefleyeceklerdir. Daha inandırıcı olmak için gözaltılar, tutuklamalar, muhaliflerin üzerine silahlı mafyaları salabilirler. 1 Kasım seçimlerinde CHP ve HDP’nin canlı bombalar nedeniyle sokağa çıkamadıklarını hep birlikte yaşadık.
Benzeri rejimler insanlık tarihindeki ilk değil elbette. Farklı coğrafyalarda devletlerin başvurduğu yöntemlerden birkaç örnek vereyim:

İtalya:

Mussolini’yi, Kral III. Vittorio Emanuele Başbakan olarak atamış olsa da, iktidara oturması liberallerin desteği ile olmuş.

İtalya kısa zamanda bir polis devleti haline getirilmiş.

Kitap ve gazetelere getirilen sansür ve kapatmalar başlamış,

İktidar partisi dışındaki partilerin kapanması gibi uygulamalar gerçekleştirilmiş,

Sendika örgütleri Terörist ilan edilmiş,

Eğitimi kontrol altına almış iktidar,

Ekonominin gelişmesi amacıyla tüm ülkeyi tren rayları, otobanlar, köprü yapmalar kaplamış,

Çiftçileri sürekli teşvik ederek tarım ve endüstrinin canlandığı propagandası yapılmış,

Mossolini; Ülkenin iç ve dış işlerini, kolonilerden ve kamu çalışmalarından sorumlu olmuş,

Orduyu da idare eden komutan olmuş,

Tüm bakanlıkların görevlerini kendisi üstlenmiş,

Diktatör diyenleri katlederken, Anayasalar yeniden yeniden yazılmış ve halk oylaması senaryoları hayata geçmiş.

Muhalifler, Sosyalistler, solcular seçimlerin sonucunu kurtuluş gibi görürlerken ve enerjilerini referandumlarda harcarlarken, faşist “kara gömlekliler” tüm ülkede silahlanmış ve ne kadar muhalif varsa Cezaevlerine doldurmuşlar. Sonrası malum…

Almanya:

19 Ağustos 1934’te Adolf Hitler Cumhurbaşkanlığı ve Şansölyelik makamlarını birleştirme ve kendisini tek lider (Führer) ilan etme fırsatını bir Referandum (Volksabsimmung) ile yakalamış.

Muhalifler, Solcular, Sosyalistler, Komünistler yapılacak olan referandum oylamasında Evet – Hayır’larla vakit geçirirken bir üçüncü yolu, daha öteyi hiç düşünememişler.

Referandum başlamadan iktidar; Nazi koruma gençliğini “SS’ler””silahlandırmış, onlara askeri bir resmiyet kazandırmış, Asker ve polisi ele geçirmiş.

Ekonomiyi canlandıracağım diyerek tüm ülkeyi tren yolları, otobanlar, köprü yapmalar kaplamış,

Herkese Volkswagen binek otosu (Halk Arabası) verme vaadinde bulunmuş,

Toplama kampları inşaatları başlamış.

İtaati sağlamak için propaganda bakanlığı kurulmuş.

Propaganda Bakanlığı muhalif basını kapatmış, kendi medyasında Almanları Nazi görüşleri konusunda ikna etmek için çok sıkı çalışmaya başlamış.

Kitlesel mitingler düzenlenmiş.

Gazetelere sansür uygulanmış.

Halka çok ucuza radyo satılmış. Ama radyo yayınları sadece iktidarın yaptıklarını övüyormuş.

Öğretmenlere Nazi Sosyalist Öğretmenler Örgütü’ne katılma zorunluluğu getirilmiş, üye olmayan öğretmenler, öğretim üyeleri ve profesörler işten atılmış.

Okul ders kitapları Nazi propagandası için yeniden yazılmış.

Kızlara aşçılık; erkeklere silah kullanma ve matematik öğretilmiş,

Binlerce muhalif tutuklanmış, Binlerce insan gaz odalarında öldürülmüş, binlerce muhalif ülkeyi terketmiş.

Hitler, kendisinin kahraman olduğu dramatik sahnelerle canlandırmış. İnsanların kendisine kolayca inanmasını sağlamak için Mesih figürleri kullanmış. Ses ve görüntüsünün karizmatik olması ve halkı etkilemesi için tiyatro, insanların duygularına hitap etmek için yalan söyleme dersleri almış. Sonuç malum….

İran:

Hamm Bockum-Hövel Hastanesi Başhekimi Professor Dr. Hossein Towfigh İranlı arkadaşımdı. 20 Nisan 2014 yılında hakka yürüdü. Iran’daki molla rejiminin gelmesini ondan dinleyelim:

“İran’lı aydınlar, solcu ve sosyalistler şah yönetimine karşı çok ciddi mücadele vermişler. “Devrim” söyleminin kurbanı olduklarını 1 Nisan 1979’da Humeyni’nin “İslam Cumhuriyeti’ne “Evet mi Hayır mı?” referandumu sonrası anlayabilmişler. Çünkü muhalifler bu süreçlerde tüm uğraşlarını seçimlere vermişler.

Bir süre sonra iktidar, yargı atamalarının yapılanmasını öngören yasayı oylatmış, Sol ve aydınlar yine oylamada sonuç almayı hedefleyen hamleler yapamamış, tüm kudretini EVET ve HAYIR ile heder etmişler.

Nihayetinde “İslam Kültür Devrimi” oylamasına geçildiğinde muhalifler yenilmeye başladıklarını anlamışlar.

Sol ve muhalifler tüm bu süreçler boyunca seçim kampanyalarıyla uğraşırken, geriye yüz binlerce mahkûm ve yaklaşık 2 milyon ölü kalmış. Hayatta kalabilen yüz binlerce aydın, bilim adamı, Akademisyen kendilerini başka ülkelere atmışlar. Prof. Dr. Hossein Towfigh mikro cerrahi uzmanıymış ve İran’ın en ünlü doktorlarından birisiymiş. “Kendine geldiğim de Münster şehrindeydim” diyordu.

Sonuç olarak:

Örnekleri kısa kısa vermeye çalışsam da uzattığımın farkındayım, sonuç olarak söylemek istediklerime geleyim;
Seçimlere ve oylamalara büyük anlamlar yüklemek bana çok mantıklı bir davranış gibi gelmiyor. Gelmiyor çünkü, oylama ile elde edilmiş bir seçim demek, gerici çoğunluğun isteklerine boyun eğmek demek de olabilir ülkemizde.

O çoğunluğun isteklerinin neler olduğunu en ince ayrıntısına kadar analiz etmeden, toplumdaki psikolojik durumu dikkate almadan, çoğunluğun hangi doğrular üzerine karar vereceğini bilmeden; sonucun “Evet” çıkması halinde hangi yolun izleneceği netleşmeden referandumlarda takılıp kalmak yukarıda örneklerini verdiğim tarihi hiç okumamak demektir.

Solun ve muhaliflerin hayır”ı kesin bir çözüm olarak görmesi bin yıllık kendi devlet geleneğini de hiç bilmiyor demektir. Hatırlayın 7 Haziran seçilerinden önce de HDP’nin yüzde 10 barajını aşması durumunda 8 Haziran’da güzel bir ülkeye uyanacağımızı sanmıştık, uyanabildik mi güzel günlere?

Hayır!

Muhalefet eden, eleştirenleri en yakınlarının ihbar ettiği, insani ilişkilerin tümüyle çıkar ilişkisine döndüğü bir ülkede bir arada yaşama geleceği seçimlerle değil, ciddi muhalefetin ülke insanımıza vereceği umuda bağlıdır.

Grupçu, ezberci algıları kırarak tüm ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, işçilerin, tecavüze uğrayan çocukların umudunu yaratmak hedef alınmalıdır.
.
Bu güne kadar yaşananları ve referandum sonrası yaşanacakları hesap ederek, seçimlere takılarak “Hayır” ın yetmeyeceğini, sonucun “hayır” çıkması halinde bunun bir sürecin başlangıcı olabileceğini de bir yere not edelim. Yok edilen doğaya, yıkılan dağlara, çöle çevrilen ovalara, zehirlen sulara sahip çıkmanın başka yolu yok.

Ya bu talancılığın karşısında durmayı başaracağız yada hepimiz başımızın çaresine şimdiden bakalım.

10.02.2016
Stromberg

EN SON EKLENENLER