Kendini bilmek…

Bilinen öyküdür. Yunus, kıtlık kıranda çare aramak ve buğday almak için Hacıbektaş Dergahına gelir. “Bir ulu kişi varmış. Açlara aş, yokluk çekenlere çare, hastalara şifa bulurmuş. Muradımız tohumluk buğday almaktır. Fukarayız. Ulu kişiye eli boş gitmek olmaz. Yabandan alıç topladım.” Der ve Hacıbektaş’a götürüler Yunus canı. Mürşidi kamil, Serçeşme o saat fark eder Yunus’taki cevheri. “Buğday mı istersin himmet mi?” Yunus, duraksar yutkunur “Buğday isterim. Köyde beni beklerler.” Der. Hacıbektaş “Çuvallarındaki alıç tanesi kadar nefes edeyim!” Yunus,…! Hacıbektaş “Alıçların içindeki çekirdek tasni kadar!…” Yunus,…! “İlle de buğday!” Ve alır buğdayını düşer köyün yoluna… Yunus mesuttur. Lakin… Aniden çarpılmış gibi irkilir ve “Ben ne yaptım??? Ulu kişinin dediğini neden kabul etmedim. Acep himmet ve nefes dediği ne ola ki?” diyerek geri döner. Zaten Yunus buğdayı alıp dergahtan ayrılırken Hacıbektaş “Geri gelecek!” demiştir. Yunus geri gelmesine gelir de Hacıbektaş “Biz senin kilidini Taptuk Emre’ye verdik. Var git. Hizmet et himmet bul Yunus can!” der.

Yunus varır Taptuğun kapısına. “Taptuğun tapusunda/ Kul olduk kapusunda/ Yunus miskin çiğ idik/ Piştik elhamdüllilah! Ayak idik baş olduk/ Kuru idik yaş olduk/ Kanatlandık kuş olduk/ Uçtuk elhamdüllilah!” demeden önce, nice demlere, devranlara, acılara, hakikatlere vakıf olacak, kırk yıl dergaha “Odun taşıyacak! Bir tek eğri odun bile getirmeyecek!” Benliği ile yüzleşecek, savaşların en büyüğünü, belik savaşını yaşayacak, çile çekecek… Çalkalanıp, bulanacak, arınıp, durulacak ve Yunus Emre olacak!.. Mürşidinden el alıp “Diyar diyar gezmek” yüreğinden akanları “Paylaşmak için” yollara düşecektir…

Günümüz yaşamında da böyle değil midir? Nice Hak ve hakikat erbabı kendinin farkına varamaz! Bir mürşit de çıkıp o cana hakikati izah etmez ise nice değerler amiyane tabirle “Harcanıp gider!!!” Boşuna dememişler; “Dehre sultan olmak boş bir heyula imiş!/ Bir mürşide bend olmak her şeyden evla imiş!” Mürşit ışıktır, mürşit yol göstericidir. Mürşidi olmayan murada eremez!

Yunus Emre hiçbir kitaba sığmaz. “Dört kitabın manasın/ Okudum ezber ettim/ Aşka gelince gördüm/ Bir uzun hece imiş!” deyişinde hakikate vasıl olur. Hakikat ne kitaptır, ne kelamdır ne de ezberdir… Hakikat aşktır… Aşkın mürşidi Yunus Emre ve Hak Aşıklarıdır.

Hakkın ve hakikatin sırrına vakıf olan Yunus Emre “Aradım durdum. İnsandan yola çıktım… İnsanı buldum!” der. Yunus Emre, Şemsi Tebrizi’nin ışığı ile nurlanan Mevlana diyarına varır. “18 bin beyitlik” Mesnevi’yi okur. Ve uzun sözün kıssası “Ete kemiğe büründüm/ Yunus diye göründüm/ Yunus miskin yok oldum/ Külli varı Hak oldum!…” diyerek var oluşun, devridaim olmanın hakikatini ifade eder.

Yunus’un aradığı Hak ve hakikattir. Ne kadar kendini bilse, benlik savaşı yapsa, çile çekse de hala bir hakikatin farkında değildir!!! Yazı yabanda üç dervişle tanışır ve yaren olurlar. Maksat Hak için halka hizmet etmektir. Rivayet odur ki, her gün öğün vakti geldiğinde dervişlerden biri “Hak aşkına dilekte bulunur” ve meydana yemek gelir. Bizim Yunus telaş içindedir. “Sıra bana gelecek. Ben rezil olacağım! Benim dileğim Hak katında makbul olmaz! Yemek gelmez!” diye içten içe kıvranmaktadır. Dayanamaz ve sonunda dervişlerden birine gizlice sorar. “Ey can! Siz ne yapıyorsunuz? Ne diyorsunuz da dileğiniz Hak katında kabul olup yemek geliyor?” Derviş, Yunus’un kulağına şöyle fısıldar; “Biz diyoruz ki; Ya Hak, Taptuk Emre dergahında Yunus diye bir derviş var. Onun yüzü suyu hürmetine bize yemek gelsin!!!” Hani, Yunus dergahtan buğday alıp köye dönerken, “Bu himmet ve nefes neydi? Neden ulu kişiden buğday yerine himmet ve nefes istemedim?” dediği andaki gibi çarpılmış, dona kalmıştır. Yunus’u Yunus yapan hakikatlerden biri de budur…

Kim bilir kendi hakikatinin farkına varmayan nice Hak ve Hakikat aşığı var aramızda. Son yaşanan şaşırtıcı ve bir o kadar da öğretici olaylar da bu gerçeği işaret etmiyor mu?…

 

EN SON EKLENENLER