Ahmet Kaya “Acı içime çivilenmiş”*

Ahmet Kaya  “Acı içime çivilenmiş”*

Tek bir satıra sığdırılabilseydi eğer; babanın Sümerbank Mensucat Fabrikası’nda işçi olduğu bir ailede beşinci çocuk olarak 28 Ekim 1957 yılında Malatya’da başlayıp 16 kasım 2000 yılında Paris’te sonlanan bir ömürdür Ahmet Kaya’nın hayatı.  Kısa ömrü tek satıra sığdırılamayacağı gibi yıllardır yazılan yüzlerce sayfaya da sığmayacak olan Ahmet Kaya’nın müzikle elle tutulur anlamda ilk tanışması babasının henüz 6 yaşındayken aldığı bağlamayla olacak, bu tanışma okuldan geri kalan zamanlarında plak ve kaset satan bir dükkanda çalışmaya başlamasıyla sıkı dostluğa dönüşecekti.  “ Ben 6 yaşında bağlama çalmaya başladım: Hasbelkader rahmetli babam küçükken bana böyle bir saz almıştı, üzerine de vesikalık bir resmimi yapıştırmıştı.  O zaman başladım ve ondan sonra da bir daha iflah olmadım.”

1972 yılında geçim sıkıntısı nedeniyle İstanbul a göç eden aile Kocamustafapaşa’ya yerleşir. Çeşitli işlerde işportacılık ve çıraklık yapan Ahmet büyük şehre taşınmanın tüm sıkıntılarını daha ilk dakikadan itibaren ciğerlerinde hissedecektir.

Dilleri başkaydı, tavırları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip onlar gibi pantolon falan diktirmeye başlamıştım; terzinin yaptığı  pantolonlarımın üzerime uymadığını görüyordum, onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu. Bir kız vardı bizim okulda, bir gün gittim dedim ki ya senle konuşsak bi 5 dakika, yani  kaçıyorsun,  iki tane laf edek. Bana rica ederim dedi, öyle bir ağırıma gitti ki. Yav dedim, yav  ben de sana rica ederim. Ben o zaman rica ederimin anlamını bilmiyordum, yani bunu bir küfür gibi zannettim biliyor musunuz “

9 yaşında babasının çalıştığı fabrikanın işçilerinin düzenlediği işçi bayramı gecesinde sahneye çıkan Ahmet Kaya hatırladığı ilk bestesini 68 kuşağı olarak anılan kuşağın gençlerinden biri olan vosvogen  marka bir minibüsle dolmuşçuluk  yapan çok sevdiği Başar abisi için plakçıda çıraklık yaparken yazmıştı. Bir gün sokak ortasında polis tarafından tutuklanıp götürülen Başar’ın durumuna çok üzülen Ahmet , “bir vosvogen alıcam, adını Başar koyucam” diye başlayan bestesiyle yüzlerce şarkılık bir repertuarın ilk adımlarını attığını bilmemektedir elbette.

“ Okul aralarında bir dükkanda plakçılık yapıyordum. Oraya uzun saçlı İspanyol paçalı insanlar geliyordu. Genç insanlar. İlk önce çok komiğime gidiyordu bunların tabi giyimleri kuşamları , sonradan bunların devrimciler olduklarını anladım. O kadar sevimli, o kadar sıcaktıkiler. Yani bana hayatımda ilk defa “oğlum git şunu getir,  lan bunu getir”  falan muhabbetin dışında “merhaba arkadaş Ruhi Su’nun plağı geldi mi” diyen ilk insanlar olarak onları tanımıştım. “

İstanbul’la beraber devrimle de bu yıllarda tanışacak, bu tanışma Ahmet Kaya’nın 16 yaşında yasadışı afiş basmaktan hapse atılmasıyla taçlanacaktı. Devrimci çalışmalara artık bağlamasıyla da katılmaya, çeşitli dernek, sendika ya da öğrenci kuruluşlarının düzenlediği devrimci gecelerde dönemin aşıkları ve sanatçılarıyla birlikte sahneye çıkmaya başlayan Ahmet bağlamasını öfkeyle çalıp,  devrimci marşlar ve türküler söylemekte,  diğer yandan tüm toplumsal duyarlılığıyla halkın içinde onların somut ve yaşamsal taleplerine yanıt olabilmek amacıyla onlarla dayanışmaktadır. Besteleri o güne kadar yapılmış hiçbir türe benzemiyor,  kimi dinleyenler tarafından garipseniyordu. Uzun uğraşlar sonucu 1985 yılında “Ağlama Bebeğim” isimli albümü yayınlanır yayınlanmaz Ahmet gözaltına alınır. Hakim,  Ahmet’in “Ağlama Bebeğim” şarkısındaki  “çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluklar” sözlerine takılmıştır; o güzel yerlerin nereler olduğunu sorarlar Ahmet’e.  Danıştay kararıyla albümün satışı serbest bırakılır. Aynı yıl “Acılara Tutunmak”  adlı albümü yayınlanan Ahmet Kaya’yı  geniş kitlelerle buluşturan albümse bir idam mahkumu olan Nevzat Çelik’ in annesine yazdığı şiirden yola çıkan Şafak Türküsü’dür. Yıl 1986’dır ve hala yüz binler hapishanelerde haklarında karar bile alınmadan yıllardır mahkemelerin bitmesini beklemektedir; hapishane önleri ağlayan anneler ve babalarla doludur.  Ve adına özgün müzik denilen yeni bir tür listeleri sallamaya başlamıştır artık.

1987 yılından sonra çıkaracağı albümlerde Yusuf Hayaloğlu şiirleri ağırlıklı yer bulacak; bunun ilk adımı da “Hani Benim Gençliğim” adlı şarkı olacaktır. İşitsel ve görsel hiçbir medya oranında duyulmuyor,  görülmüyor, şarkıları çalınmıyor, adı bile anılmıyordu. Albümleri birçok ilde toplatılıyor, konserleri yasaklanıyor, hakkında onlarca yıl istemiyle davalar açılıyordu. 1994 yılında çıkardığı ve 2 milyon 800 bin bandrolle satış rekoru kıracak olan “Şarkılarım Dağlara” albümü de, albümde yer alan “Özgür Çağrı” isimli şarkıda geçen “abin bir gün dağdan döner sarılsın yavrucağım” gibi sözler nedeniyle toplatılacak, konser vermesi yasaklanacaktı.  10 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nce düzenlenen ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı ödülünü alırken yaptığı konuşmasında:  “Ben bu ödülü İnsan Hakları Derneği adına, bu ödülü Cumartesi  Anneleri adına,  bu ödülü magazine emek veren bütün insanlar adına, bu ödülü bütün Türkiye halkı adına alıyorum. Bir de, bir şey daha söyleyeceğim, önümüzdeki  kasette Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı yapacağım ve Kürtçe bir de klip çekeceğim ve bu klibi yayınlayacak yürekli insanların olduğunu da biliyorum. Yayınlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını da biliyorum”  diyecek ve salondakilerin bir kısmınca linç edilmeye çalışılacaktı. 11 Şubat günkü gazete ve televizyonlar senkronize bir şekilde Ahmet Kaya’yı hain ilan eder;  linç manevi boyutta devam etmektedir.

Bu olayın hemen sonrasında Ahmet Kaya’nın 1993 yılında Berlin’de bir gecede verdiği iddia edilen konsere ilişkin mahkemeye asla sunulmayan ve sahne arkasında Türkiye topraklarının bir kısmını Kürdistan olarak gösteren Ahmet Kaya konseri fotoğrafının Hürriyet gazetesinde yayınlanması üzerine yardım ve yataklık ve halkı ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği savıyla İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde toplam 10,5 yıl ağır hapis istemiyle 2 ayrı dava açılacak ve gıyabında toplam 3 yıl 9 ay ağır hapis cezasına çarptırılacaktır Oysa Ahmet Kaya bırakın o fotoğrafı  vermeyi, o tarihlerde yurt dışında bile değildir. Görüntülerin düzmece olduğu ortaya çıksa da üzerindeki baskı artarak devam edecektir.

Mahkemelerin ardından Ahmet Kaya ne dese çarpıtılarak yazılmaya devam eder. Hakkında ağır hakaretler içeren başlıklar atılır. O ısrarla Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesini değil, daha da birleşmesini anlatmaya çalışsa da söyledikleri yer bulmayacaktır. Mahkeme devam ederken Avrupa turnesine gitmek için yurt dışına çıkma yasağının kaldırılması için mahkemeye başvurur. Yasağın kaldırılmasının ardından 16 Haziran 1999 günü yurt dışına çıkacak ve bir daha sevgili ülkesine dönemeyecektir.

“Avrupa’da söylüyorum yaz da olsa kış da olsa fark etmez; ben geceleri çok üşüyorum. Sorun kalorifer sorunu değil, sorun yorgansız oluşum sorunu da değil. Beni üşüten tek bir şey var,  ben vatansızlıktan üşüyorum ve bizi kendi ilişkilerimizde, kendi dünyamızda o küçük ama o güzel,  onurlu, o namuslu dünyamızda hapseden,  bizi vatanımızdan yerimizden ve yurdumuzdan eden bütün insanlara söylüyorum, bir gün mutlaka döneceğiz, ama öyle ama da böyle.”

Yurt dışında da aslı astarı olmayan haberler yüzünden davalar açılmaya devam ediyor, her dava Ahmet Kaya’nın yurduna dönmesinin önünde aşılamaz bir dağ oluşturuyor, dönme isteği fiilen ve hukuken imkânsızlaşıyordu. Ölmeden yaklaşık bir buçuk yıl önce 28 Temmuz 1999 tarihinde Paris’te yaptığı basın toplantısı aynı zamanda çok net kısa bir Ahmet Kaya tarihçesiydi:

Belgesiz ve tanıksız ve yanlı yorumlarla hakkımda yığınla gerçek dışı haber üretildi. Bundan kısa bir süre önce ülkemde medyayı temsil eden herkese yazılı bir açıklama gönderdim. Hiç kimse buna yer verme gereği duymadı. … Beni ısrarla yanlış anlama tavrı içerisinde olan birçok gazete ve televizyon habercisi şu anda sağlıksız bir toplumsal psikolojisiyle benim en demokratik hakkımı, savunma hakkımı elimden alma çabası içerisinde….  Gazete ve televizyonlarda günlerce bölücü, vatan haini, fikirsiz fikir suçlusu, defol gibi başlıklarla yer verilmesi sonucunda hakkımda dava açıldı. Hiç doğru anlaşılmadım. Bunun bedeli benim yaşadığım topraklardan, ülkemden, halkımdan, işimden ailemden,  sevenlerimden koparmak bile olsa ben ceketimi daima yağmurlara asacağım. “

Ahmet Kaya çok sevdiği ülkesine bir daha dönemedi. Ağzından çıkan Kürt sözcüğü yüzünden taammüden cinayete kurban gitti Ahmet;  bile isteye, kasten. Yurdundan çok uzakta henüz 43 yaşında kalbi bunca haksızlığı kaldıramadı. Ve “hoşçakalın gözüm” dedi bir gece yarısı. Yıllar sonra katline ferman yazanlar günah çıkarmaya çalışırken, Ahmet engin gönlüyle belki eyvallah deyip helal etse de hakkını, tıpkı şimdi yanında yattığı Yılmaz Güney gibi sürgünde ölüme mahkûm edilen onca yiğit ve güzel insan adına biz helal etmiyoruz hakkımızı. Etmeyelim ve unutmayalım ki son bulsun insan için çarpan kalpleri soluksuz bırakan bu düzen. Unutmayalım ki “başkaldıran iyimser gül”ler boş yere düşmemiş olsun toprağa.

*Gülten Kaya

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın diğer makaleleri