Ser Verip Sır Vermeyen Yiğit

Bahar ayı biz Dersimliler açısından önemi farklıdır. 30 Mart’ta Kızıldere köyünde haykıran Mahir ve yoldaşları ile 1Mayıs işçi bayramını karşılanması…

Ve sonrasında 6 Mayıs’ta darağacında halkların kardeşliği uğruna özgürlük türkülerini söyleyen Deniz ve yoldaşların şarkılarını Munzur kıyısında elli yıldır söylenmeye devam ediliyor…
Dersim’e Meyman olan İbrahim Kaypakkaya’nın bu topraklar üzerinde bıraktığı etki daha da derindir.
Geldiği tarihe baktığımızda Dersimlilerin en yoksul dönemidir. Kaypakkaya, kentleri bırakıp Dersimin yoksul köylülerin sofrasında diz çökmüş-meyman olması, Kızılbaşların dergahına gelişi tesadüfü değildir, olmadığını düşünüyorum. Coğrafya, barınma ve beslenme, kitle içerisinde rahat taban bulacağına inanarak ve Kızılbaşların tarihsel direngenliğini de göz önünde tuttuğunu düşünüyorum.
Kaypakkaya’nın, kısa devrimci mücadelesine bir göz atacak olursak: devrimci fikirlerle Hasan oğlu öğretmen okulunda tanışır. Yüksek öğretime başladığı ilk yıl Fikir Kulüpleri Federasyonuna (FKD) kayıt olur. 1967 Yılında FKD ‘nin Çapa Yüksek Okulu Şubesini kurdu ve Türkiye İşçi Partisine üye oldu. İbrahim, kitle hareketlerin içinde ve en ön saflarda kararlı bir mücadele sürdürenlerin içinde yer alır. Trakya’daki topraksız köylülerin ellerinden jandarma gücüyle gasp edilmiş, büyük çiftlik sahiplerin gasp ettikleri toprakları işkal eylemine katılır.
Bütünlüklü olan fikirlerini hayata geçirmek, yoksulluğun kader olmadığını onların iktidarını kurmak amacıyla Dersim Vartinik bölgesini kendisine üs seçer. Burada 24 Ocak şafağında kuşatılır ve Dersimin meymanı yara alırken en sadık yoldaşı olan Ali Haydar Yıldız’ı kaybeder. Buradan başlar efsaneleşmesi…
“İbo bir güneşti, doğdu gitti.” Diyen bir köylünün cümlesinde saklıdır efsanesi.
Yitirdiğimiz Ozanımız Garip Şahin’in, “…Kırmızı Gül Buz İçinde…” ağıtıyla yiğitliğin destanını anlatır bize.
Dersimi üs seçen Kaypakkaya 24 Ocakta yaralı ele geçer, çetin kış şartlarında ayakları donar.
Burada ayakları donmuş hâlde Diyarbakır’a getirildi ve hastaneye yatırıldı. Ayaklarının kesilmesine izin vermemesine karşın, yemeğine ilaç konularak donmuş olan ayakları kesildi. İyileştikten sonra günlerce şiddetli işkenceye maruz kalan Kaypakkaya, sorgusunda kendisini ve örgütünü bağlayacak hiçbir ifade vermez.
Şöyle der:
“Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiçbir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Maksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi ön görerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım…”
Kaypakkaya, duruşunda taviz vermeyince, 16 Mayıs 1973’te hücresinden alınıp götürüldü, iki gün sonra Diyarbakır’a gelen babasına parçalanmış ve kurşunlanmış İbrahim’in cansız bedeni teslim edilir.
O, fizikken Dersim’den göç etti ama,
“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor; belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak” diyen İbrahim Kaypakkaya, halen yaşıyor bu topraklarda.
Evet İbrahim, kurmak istediği devrim ütopyası günümüzde halen bir ihtiyaçtır. Yaratığı idealler ve yürüdüğün bu yolda ezilen yok sayılan emeği sömürülen çeşitli sınıfların ortak talepler günümüzde güncelliği taze ve orta yerde duruyor. Yaptığı tespitler tarih onu doğruladı.
Katledilişinin 50. Yılında Ali Haydar Yıldız ve İbrahim Kaypakkaya şahsında mayıs ayıda tüm yitirdiklerimizi sevgi ve saygıyla anıyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın diğer makaleleri